Biraz uzun bir ara oldu ama duygularımı yazıya dökebildiğim ve duygu karmaşasının içinden çıkabildiğim bir anda geri dönüş yapabildim anca. Hayat; doğumlar, yenilikler, kayıplar, ölümler…
Büyüdüğümü hissedebiliyorum; olgunlaştığımı, akışına bırakabildiğimi… Bugüne kadar kaybettiğim herkesi, dedemi özlüyorum… Tek yapabildiğim kendimi avutmak. Elimden gelen tek şey onların orada huzur ve mutluluk içerisinde olduğuna inanmak. Bazen sanki hiç kaybetmemişim ve birazdan onlarla bir araya gelecekmişim gibi geliyor bana ama gerçekler maalesef ki öyle değil. Çok garip bir his. Zaman. Zaman her şeyin ilacı. Zamana bırakabilmek lazım, zaman bana bu yoldaki öğretmen olacak şey demekten başka bir çarem yok.
Duygusallığı bir kenara bırakabildiğimde yani ölümün doğum kadar normal bir şey ve hayatın kanunlarından biri olduğunu düşünebildiğimde her şey olması gerektiği gibi geliyor. Ancak ne yazık ki insanoğlu olarak bunu diyebilmek çok güç, daha doğrusu kendi adıma.
Duygular ve sorular işin içine girdiğinde her şey çok değişiyor. “Neden şimdi?”, “Bu ayrılık şimdi olmak zorunda mıydı?”, “Neden bu bizim başımıza geldi?” gibi birçok soru akıllarda bir karmaşaya sebep oluyor. O yüzden yapmamız gereken tek şey aşırı duygusallıktan kaçınıp mantığımızı da bir nebze olsa da işin içine katabilmek olmalı. Tabii demesi kolay ama uygulaması da bir o kadar güç. Bunu yapabilmek, başarabilmek midir büyümek? Belki de öyledir ya da bunun yaşı yoktur. Sonuçta duygu dediğimiz şey öyle bir kavram ki, bu kelimenin yaşı yok.
Üzüntü dediğimiz duygu her yaşta aynı etkiyi yaratıyor, korku duygusu yine her yaşta aynı hislere sebep oluyor ve buna benzer diğer tüm duygular… Yaşa bağlı olmayan ve erişkinler ile küçüklerin ortak paylaşabildiği tek kavramdır belki de duygular. Sadece duygunun yaşandığı alanlar değişmektedir. Bir bebek bir odada yalnız kaldığında ağlarken, bir büyük ya da genç ise eşi tarafından terk edildiğine ağlar. Aslında iki farklı duygu reaksiyonu da aynı noktada kesişiyor; kaybetmek, kaybetmekten doğan üzüntü ve korku.